Walter Lippmann’ın “Özgür bir toplumda devlet insanların hayatını düzenlemez. Kendi hayatını düzenleyen insanlar arasındaki adaleti düzenler.” Sözü devleti yönetenlere bir yol haritası olması gerekirken; UBP-HP Hükümeti, bir yandan Ankara ile imzalanan paketle vatandaşın boğazına sarılıp, diğer yandan da faşist bir anlayışla düşünce ve ifade özgürlüğünü tehdit eder noktaya ulaşmıştır.
AKP’nin talimatıyla kurulduğunu her fırsatta belli eden UBP-HP Hükümeti Türkiye’de görmeye alıştığımız siyasi kabadayılık, halkı aşağılama ve sansür gibi kavramlara sarılarak varlığını pekiştirmeye çalışmaktadır.
UBP-HP Hükümeti siyasi atamalarda partizanca davranarak, liyakat veya alan bilgisi ilkesini es geçmiştir. Bunun en güzel örneği Tiyatrolar Müdürünün tiyatro veya edebiyat kökenli olmamasına rağmen bu göreve atanması ve “tiyatroyu tehlikeli bularak, sansür kavramını hortlatmasıdır.
Kıbrıslı Türk Yönetmen ve Yazar Yaşar Ersoy’un sahneye koymaya hazırlandığı “Yangın Yerinde Kabare’’ adlı oyunun, Eğitim ve Kültür Bakanlığı’na bağlı bürokratlardan oluşan K.T.Devlet Tiyatrosu Edebi Kurulu tarafınca ‘sakıncalı’ bulunup sansüre uğraması, bizlere “Türkiye’de ne varsa sizde de olacak” sözünü hatırlatmaktadır. Türkiye’de 2011 yılında “Devletin tiyatrosu mu?” sorusu ile Sn.Erdoğan’ın başlattığı ve tiyatrocuları hedef aldığı tartışma, bugün tiyatroların yasa ile sansürlendiği, ifade özgürlüğünün susturulduğu bir noktaya ulaşmıştır. Eğitim ve Kültür Bakanı’na bu tavır hiç yakışmamıştır.
Tiyatorcu Aslı Öngören’in “Tiyatro hangi türde olursa olsun gerçeğin peşindedir. En kof masalı anlatan, en sıradan, eğlencelik hali bile hayatın bir gerçeğini görünür kılar. O nedenle de her iktidar için tehlikeli ve insanlık içinse gerekli ve vazgeçilemezdir.” İfadesi siyasetin tiyatro ve sanat akımını neden baskılamak istediğinin özetidir.
UBP-HP Hükümeti’nin de aynı anlayışla aynı yolu izlediğini gözlemlemekteyiz. Hayali koyun kaçakçılığının mucitlerinden olan Sn. Tatar’ın kendini patron, devleti muhasebe şirketi gördüğü bir noktada, sanata, sanatçıya ve demokrasinin diğer unsurlarına saldırması bir tesadüf değildir. Tiyatroyu en yakınından bilen Sn. Özersay’ın ise konu ile ilgili çelişkili açıklamaları da tesadüf değildir. Tüm bunlar cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi gerginlik yaratma, toplumu baskı altına almanın habercisidir.
Bilinmelidir ki tarih boyunca sanatçılar baskı ve sansürü bertaraf edecek bir yol bulmuşlardır. Özetle adanın kuzeyinde TC’ye bağlı kukla hükümetin maksadı bu vesile ile bir kez daha anlaşılmıştır.
Demokratik ülkelerde böyle bir kararın altına imza atanların istifası kamuoyu vicdanında kaçınılmazdır, fakat işgal altındaki toplumlarda böyle bir erdeme sahip bakan veya başbakan olmadığını da açıktır. Bu nedenle bir istifa talebimizin olmayacağının altını çizer, bu karara vesile olanların utanç yolunda yürümesini arzu ederiz.
KTÖS olarak, sanata yapılan bu saldırıyı kınar, sanatçılarımıza yapılan bu saygısızca sansür kararının kaldırılmasının takipçisi olacağımızı kamuoyu ile paylaşırız.
Emel Tel
KTÖS Başkanı